Buenos Aires’teki Florida caddesi her saat hareketli, İstiklâl caddesi gibi bir yer. Gider gitmez orada Falabella adında bir çarşı içinde tarif üzerine aynı isimde bir tur acentası buluyoruz ve meşhur şelâleye gitmek üzere üç günlük tur satın alıyoruz.
Iguazu, Parana nehri üzerinde 2.7 km. boyunca 65 ila 82m yükseklikten akan 275 bağımsız şelâleden oluşuyor. Brezilya,Paraguay ve Arjantin sınırında, yağmur ormanlarının içinde emsalsiz bir tabiat harikası. Garganta del Diablo (şeytan boğazı) denen en meşhur bölümü bir yarım ay şeklinde ve bir tarafı Brezilya, diğer tarafı Arjantin sınırında. Burada sular 82 m.den düşüyor. Şelâlenin 2/3 si Arjantin sınırında. Her üç ülkede de tamamı milli park ilan edilmiş durumda.
Biz Buenos Aires’ ten üç saatlik bir uçuşla Misiones eyaletinde bulunan Puerto Iguazuşehrine geliyoruz. Burada şelâleyi gördükten sonra şehre çok yakın olan ve belediye otobüsü ile gidilebilen üç ülke sınırına ulaşabiliyorsunuz. Buraya Tres Fronteras (üç sınır) deniyor. Karşıdan sınırı çizen Parana nehri ile birlikte diğer iki ülke olan Brezilya ve Paraguay topraklarını da görebiliyorsunuz. O noktada turistik bir merkez oluşmuş. Hediyelik eşyalar, her üç ülkeye ve bölgeye ait tipik unsurlar, özellikle Rosa del Inca denen pembe taş ve diğer yarı değerli taşlardan yapılan mücevherler, yerli desenleri kullanılmış kumaş, kâğıt ve tahta objeler, turistler için câzibe unsuru oluyor. Fiyatlar fazla yüksek. Daha güzel ürünleri şehir içindeki mağazalardan daha uygun fiyata bulmak mümkün. Nehrin üç yakasında ülkelerin kendi bayrağının renklerini yansıtan anıtsal dikili taşlar karşılıklı dikilmiş. Arjantin’de beyaz-mavi, Brezilya’da sarı-yeşil, Paraguay’da kırmızı-mavi-beyaz renkli obeliskler, bu eşsiz coğrafi bölgeyi simgeliyor.
Paraguay’ın o bölgesinin fakir ve güvensiz olduğu söylendiği için geçmeyi düşünmemize rağmen vazgeçiyoruz fakat Brezilya’ya bir tur alıp otobüsle yakındaki Foz do Iguaçu şehrini ve şelâlenin Brezilya tarafını da görme olanağı buluyoruz. Daha önce geçmediğimiz Brezilya sınırından kısa süreliğine de olsa girmek heyecan verici.
Arjantin tarafında çok güzel oteller var, hatta milli parkın içinde şelâleye bakan bir otel de var fakat tabii pahalı. Biz turdan 4 yıldızlı bir otel almıştık, tam tropik iklim olduğu için gece gündüz havuzdan çıkamıyoruz. Tansiyon problemi olanlar dikkatli olmalı çünkü hava çok ağır. Park inanılmaz büyük. Tur otobüsü ancak girişe kadar götürebiliyor sonra yürüme mecburiyeti var. Milli park içinde Tren Ecologico de la Selva ziyaretçileri değişik yürüyüş yollarına ulaştırıyor. Bir km lik bir yürüyüşle Garganta del Diablo’nun yanına kadar gelebilirsiniz. Şelâlenin bu kısmı şimdiye kadar gördüğüm en etkileyici tabiat olayı diyebilirim. İnsan çok hazırlanmasına rağmen gene de müthiş etkileniyor. Niagaraile karşılaştırdığımda, belki onun fazla ehlileştirilmiş olmasından dolayı bire on desem abartmış olmam. Neredeyse içinden geçeceğimiz için yağmurluklar dağıtıyorlar. Tam üstüne tahta iskeleler inşa edilmiş. Serpintinin şiddetinden bazı yerlerde fotoğraf çekmek bile mümkün olmuyor. Sağanak altında kalmış gibi ıslanıyor insan.
Orman, varlığı tehlikede olan yüzlerce türe ev sahipliği yapıyor. Kelebekler, böcekler, çeşit, çeşit kuşlar var. İsmini bilmediğimiz, sonradan pisote olduğunu öğrendiğimiz küçük hayvanları çöpleri karıştırırken görüyoruz. En çok görmek istediğim ve sürekli sayıkladığım Tucan kuşunu parktan çıkmadan az önce ağaçta eşiyle cilveleşirken görüyor, gözlerime inanamayıp sevinçten bağırınca korkup kaçmasına sebep oluyor ve doğru dürüst fotoğrafını çekemiyorum.
Aşağı doğru orman içinden yürüyor, nehir kenarına iniyoruz. Buradan tekne ile Garganta del Diablo’nun önündeki SanMartin adasına geçiyoruz. Buradan şelâle tam karşıdan çok güzel görünüyor. Ada küçük olmasına rağmen yüksek bir tepeden oluşuyor ve yer yer dik basamaklar çıkmak gerekiyor. Tabii bütün bu yürüyüş ve iniş çıkışlar tahminen 35 C sıcaklık ve %90 ortam neminde yapılıyor. Heyecan içinde bunu fark etmiyorsunuz ama gerçekten çok yorucu bir parkur. Sonrasında treni yakalamak zor olduğu için bütün yolu gerisin geri dinlene dinlene yürüyorsunuz. Bu arada her dönemeçte inanılmaz güzellikte manzaralarla karşılaşıyorsunuz. Yürürken en çok kullanılan kelime “cennet!”
Kapıda Paraguay çocuk korosunun müzik gösterisini izlerken nefeslenip biraz kendimize geliyoruz.
Her milletten turistin doldurduğu otel küçük ve bahçeli. Odamız alt katta, yemekler de güzel olduğundan misafirliğimizden zevk alıyoruz. Tek şikâyetimiz, bahçedeki iki palmiyeyi mekân edinmiş olan ve gün boyunca her dakika bağırtılarıyla ortalığı ayağa kaldıran karga türü yaygaracı kırmızı kuşlar. Bir de ilk geldiğimiz gün havanın hissedilir şekilde ağırlığından ve sıcak nedeniyle Dündar tansiyon problemi yaşıyor. Sağlıkla ilgili bir endişe olduğunda cennet bir anda cehenneme dönüşüveriyor. Kimsenin ulaşamayacağı bir uzaklıkta ve tropikal ormanın ortasında olduğunuzu düşünüp birden dehşete kapılmak çok kolay. Hemen hareketleri yavaşlatıp kendimizi serin havuza atıyoruz. Bütün gün dinlenme ve suyun sakinleştirici etkisi ile akşama kendimize geliyoruz. Otelin önünden geçen otobüslerle şehre gidiyor, akşam yemek yiyip çarşı dolaşarak güzel vakit geçiriyoruz. İlk gün park ve Tres Fronteras, ikinci gün Brezilya gezilerinden sonra dönüş günü geliyor.
Bütün güzelliğine ve ilginçliğine rağmen, gene de üç günün sonunda Buenos Aires’e giden uçakta olmak ferahlık hissi veriyor.
Tabiat güzelliği; 10/10
İnsanların genel karakteri ve turiste davranışı; 8/10
Türk turiste davranışı; 9/10
Güvenlik; Dikkat gerekiyor 8/10
Bir daha gelir miyim? Hayır! Ama iyi ki gördüm, keşke herkes görebilse. Şu anda dünyanın yeni 7 harikası için adaylardan biri ve internette oylanıyor. Ben de bütün kalbimle oy verdim. Umarım seçilir, %100 hak ediyor çünkü…