Kelebek İnsanlar Ülkesi; Japonya

0
1795

Hokkaido adasının önemli limanı Muroran’dakaraya ayak basar basmaz yıllardır Japonlar hakkındaki düşüncelerimizin ne kadar yanlış olduğu, onların her zamanki tarzları ile “zarif bir şekilde” yüzümüze vuruluyor.

Bu yanlışlığın kaynağı, seneler önce Thailand’da karşılaştığımız bir olay ve gördüğümüz bütün çekik gözlü insanları Japon kabul etmek gibi bir hataya dayanıyor. Pattaya’da sahilde Japon zannettiğimiz bir erkek, herkesin içinde son derece kaba bir tarzda bağırıp çağırarak karısını azarlamış ve on yaşlarındaki oğlunu kovalayarak evire çevire dövmüş, herkesi dehşete düşürmüştü. Daha sonra gemilerde rastladığımız yüksek sesle konuşup başkalarını rahatsız eden, kalabalık içinde sıra bekleme adabına uymayıp itiş kakış yapan, kadınları agresif, kılık kıyafeti rüküş uzak doğuluları da Japon zannederek bir millete hiç layık olmadıkları bir ön yargı ile bakar olmuştuk. Onları Japon zannederken Çinlilerin kapitalist sisteme ayak uydurup dünyaya açıldıklarını ve dünyanın pek çok memleketinde Chinatown’larda yaşayan Çinlilerin de dünyanın her yerine seyahat etmekte oldukları gerçeğini gözardı etmiştik. Bu seyahatimizde Çinliler ile Japonları gerek görünüş, gerek davranış açısından ayırt etmeyi öğrenmiş olmamızı kazanç sayıyor, burada günah çıkarmayı borç biliyorum!

Gemimiz için şehirde hazırlanan faaliyetler

Japonların onlarla ilişkide olan herkesin bildiği titiz ve mükemmelci tabiatı, daha gemi Muroran’a yanaşmadan bir hafta önce ortaya çıkıyor. Nazik ve hoş bir âmir yönetiminde genç bir ekip gümrük işlemlerini halletmek üzere gemiye geliyor. Onların gelişiyle birlikte lobide standlar kuruluyor, para değişiminden şehir planı dağıtımına, memleketlerini ve şehirlerini tanıtım amaçlı her türlü faaliyet başlıyor, güler yüzleriyle herkesin her sorusuna cevap vermeye çalışıyorlar. Bu arada Japonya’nın tarihinden ekonomisine çeşitli konferanslar veriliyor.

Bizim gelişimiz nedeniyle şehirde tam bir seferberlik ilan edilmiş. Bütün öğretmenler, orada yaşayan yabancılar, biraz dil bilen öğrenciler, rehber olduklarını gösteren turuncu anoraklar giymiş, boyunlarında isim kartları, ışıldayan yüzlerle hizmet için hazır vaziyetteler. Ücretsiz otobüsler organize edilmiş, şehri yukarıdan aşağıya kat edenler mavi, aşağıdan yukarıya kat edenler kırmızı renkli numaralanmış. Ana noktalarda inilecek şekilde tüm şehre duraklar konmuş, inildiğinde nelerin görülebileceği şemalarla açıklanmış. Her durakta çeşitli etkinlikler düzenlenmiş. Bütün şehre çoğu bedava, diğerleri çok ucuza pamuk helva, çay, mısır, ızgara et dağıtan, tezgâhlar yerleştirilmiş. Hep üniversiteliler ve öğretmenler hizmet veriyor.

İlk durakta turizm bürosu var. Burayı milli giysileri olan kimonoları ve çorap üstüne giydikleri parmak arası terlikleri ile her yaştan kadın doldurmuş. Her masada bir başka japon sanatını öğretiyorlar. Hepsinin nezaket ve zarafetleri görülecek şey. Adeta çocuk safiyeti ve içtenliği içindeler. Bu işlerle ilgimi bilmediklerinden kaligrafi ve ikebanauygulamalarındaki başarıma hayret ediyor, başıma toplanıp nereden bildiğimi soruyorlar. Adımın Japon dilinde tuz ve meyve anlamına geldiğini söylüyor, kendi alfabeleri ile yazmayı öğretiyorlar.

Hayretle farkettiğimiz bir şey var. Muroran’da trafik sağdan işliyor. Bunun komik bir etkisini daha sonra Vladivostok’a gittiğimizde göreceğiz.

Karşılama ve uğurlama

Japonların milli dinleri, en eski dinlerden olan (MÖ VII ) Şintoizm. Bir kurucusu olmayan bu din tabiata tapmaya önem veriyor. Japonya’da sekiz milyon ilâh olduğu söyleniyor. Dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlar. Her ailenin, köyün, klânın, imparatorun, ataların ruhları en başta gelen ruhlar oluyor. Ölülerin yaşayanlara muhtaç olduğuna, mezarlarına yiyecek, içecek, eşya konduğunda mutlu olduklarına inanılıyor. Her yerde Şinto tapınakları var. Son derece huzur verici, bahçe içinde sade, zarif binalar. Bahçelerde küçük, temiz taş havuzlar bulunuyor. İçinden su alıp yıkanabilmek için tahtadan kepçeler konmuş. İbadet etmeden önce bizim abdest almamıza benzer şekilde havuzda ellerini, yüzlerini yıkıyorlar. Sonra tapınağa gidip bir kere eğilip (rükû eder gibi) iki kere el çırparak bunu üç kere tekrarlıyorlar. Hem gençler, hem yaşlılar en az haftada bir kere tapınağa geldiklerini söylediler.

İlk durakta, epey tırmanıp pek çok basamak merdiven çıkarak gittiğimiz Şinto tapınağında, gene bizim için hazırlanmış bir standda geleneksel içkileri sake’yi ikram eden milli giysili şirin genç kızlarla karşılaşıyoruz. Tapınağın sorumlusu orta yaşlı, nazik bir bey bize nasıl ibadet edileceğini gösteriyor. Tapınakta aynalar, yaldızlı metal süslemeler, bayraklar, lâmbalar var ama sade ve zevkli bir şekilde bir araya getirilmiş. Ayrıca tüm tapınaklarda bir de büyük davul bulunuyor.

Şehir bize benziyor. Hem apartmanlar, hem müstakil küçük evler var. Bahçeler tanzim edilmemiş. Evler son derece mütevazı. Çarşılarda da şıklık yok ama marketler çok zengin, herşey var. Özellikle deniz mahsulleri reyonları çok göz alıcı. Meyveler olağanüstü iri. Bazıları (mesela cennet hurmaları) dört köşeli fakat çok aramamıza rağmen kare karpuz bulamıyoruz! Döndükten sonra bizde cennet veya Trabzon hurması denen ve çok şifalı olmasına rağmen çok az kişi sevdiği için son baharda meyvesi toplanmayarak ağaçlarda çürütülen turuncu renkli bu meyvenin Japonlar tarafından çok sevildiğini ve kurutularak tüketildiğini öğreniyoruz. Ülkemizde Ünye’de de kabuğu soyulup ipe asılarak kurutulduğunu duyuyor, kendim de radyatör önüne asarak bu yöntemi deniyorum ve çok başarılı sonuç alıyorum..

Fiyatlar bizden epey yüksek. Bizde on liraya alınabilecek uyduruk bir plastik terlik, altmış lira.

Şehir hoparlöründen sürekli yumuşak bir enstrümantal Japon müziği yayını yapılıyor. Genel bir uygulama mı, yoksa bize mi ikram, bilmiyoruz.

Marketlerde kasalar reyonlarda. Kapıda ayrıca bir kontrol ve kasa yok. İsteyen ödemeden de pekâla çıkabilir ama kimsenin çıktığını sanmıyorum. Alışveriş ederken ufak bir şey aldığınızda bir tane de hediye ediyorlar. Para üstü verirken kendiliğinden indirim yapıyorlar. Bu davranışlar bize özgüdür sanıyordum, hatta bizde de artık çok azaldı. Başka hiçbir ülkede görmedim.

Geleneksel sanatlar çok yaygın görünmüyor. Kılık, kıyafet, hayat tarzı batı ülkelerinden farklı değil. Sadece kimono her yerde bulunuyor.

Sanat

Hiç kimse, hiç bir yerde bizi aldatmaya kalkmıyor, almaya değil, vermeye uğraşıyorlar.

Giyecek eşyaları çok ilginç. Kendilerine göre acaip bir modaları var. Bizim için çok demode, hatta ne zaman nerenin modası olduğu belli olmayan şeyler giyiyorlar. Gençler üst üste tuhaf şeyler giyiyor. Yaşlılar rüküş ve eski görünüşlü. Daha doğrusu giyim kuşama pek aldırdıklarını sanmıyorum.

Dikkat çeken olan bir şey daha; ten renkleri sarı değil. Hele de genç kızlar pembe beyaz. Boylar kısa ama özellikle delikanlılarda çok uzun olanlar da var. Gayet güzel kızlar ve yakışıklı erkekler gördük. Hiç çirkin bir ırk değil. Sevimlilikte de hepsi birbiriyle yarışıyorlar.

Bu arada rehberlik edenler arasındaki iki yabancı gençle konuşuyoruz. Biri üniversitede master yapmak için gelen İngiliz bir genç kız, diğeri Muroran’da çalışırken bir Japon’la evlenip kalan Kanada’lı bir genç adam. İkisi de son derece mutlular. Japon’lar hakkındaki gözlemlerimizi tamamen paylaşıyor, her zaman nazik ve çok verici bir millet olduklarını söylüyorlar.

Hokkaido adası Japonya’nın en kuzeydeki en soğuk bölgesi. Ainu’lar adanın eski yerlileri. Hâlâ kendi köylerinde yaşıyorlar. O köye turistler götürülüyor. Özel giysileriyle yaptıkları gösterileri ve yerel dansları izliyorlar. Biz hem fazla turistik gösteriden hoşlanmadığımız için hem de vakit az olduğundan şehri görmeyi tercih ediyoruz.

Şehri gezerken gördüğümüz bir ilginç yer de elektronik oyunlar oynanan bir salon. Önce bir binanın altından gelen gürültü dikkatimizi çekiyor. Yaklaştığımızda gürültü anormal bir boyuta çıkıyor. Bir demir çelik fabrikasında bu kadar gürültü var mıdır bilmiyorum. Devâsa büyüklükte iki katlı bir salonda yan yana oturmuş yüzlerce erkek, yerde duran plastik kaplar dolusu parlak çelik bilyeleri atarak elektronik oyun konsollarında oyun oynuyorlar. Bir nevi kumar mıydı, o bilyeler para yerine mi geçiyordu bilmiyorum ama kulaklık takmadan saatlerce o gürültüye nasıl dayanabildiklerini aklımız almıyor.

Şehir, çarşılar, ürünler

Akşam geminin ayrılmasından önce çeşitli yaşlardaki kız öğrenciler limanda bizim için modernize edilmiş bir Japon dansı yapıyorlar. İnanılmaz güzel bir müzik eşliğinde, hayret edilecek kadar başarılı ve değişik, sert hareketlerden oluşan akrobatik bir gösteri bu. Maalesef çok aramama rağmen adını öğrenemedim. İnternetten bulup tekrar izlemek isterdim.

Gösteri sonrası, şehir ahalisinden yüzlerce insan, rehberler ve öğrenciler, karanlıkta ellerinde ışıklı oyuncaklarla arkamızdan gemi kayboluncaya kadar “Sayonara” diye bağırıyorlar. Gerçekten herkes çok duygulanıyor, hatta ağlayanlar oluyor. Bu kadar limana uğradık, böyle candan bir karşılama ve uğurlama hiçbir ülkede görmedik, görebileceğimizi de sanmıyorum.

Ertesi gün gemide gerek yolcular, gerek mürettebat herkes Japonların ne kadar inanılmaz olduğunu konuşuyor. İnsanlar bütün Japonlar mı böyle, yoksa Hokkaido adasına has bir durum mu? diye merak ediyorlar. Tokyo gibi büyük bir şehri görmeden karar vermek zor ama biz Muroran’ı ve oranın kelebek gibi zarif, nazik, güzel insanlarını çok sevdik. Fukushima faciası olduğunda sanki bir yakınımız oradaymış gibi korku ile haritada mesafe ölçtük, onlar için endişelendik, dua ettik.

Tapınaklar ve ibadet

Tabiat güzelliği; Gördüğümüz kadarıyla 7/10

İnsanların genel karakteri ve turiste muamelesi; Yıldızlı 10/10

Güvenlik; 10/10

Kişisel İlginçlik Katsayısı; 7/10

Bir daha gider miyim? Başka bölge ve şehirlere evet, Muroran’a hayır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here