2004 yılı Kurban Bayramı’nda bir haftalık bir tur alarak profesyonel bir rehber eşliğinde Mısır’a gidiyoruz. Tur Luxor’dan başlıyor, Nil üzerinde nehir gemisinde, Aswan’a kadar beş gece Nil’de seyahat ediliyor, Aswan’danuçakla Abu Simbel’e gidilip, tarihi kalıntıların arasında gece ışık gösterisi izleniyor, Sonra Kahire’ye uçulup, üç gece de orada kalınıyor, Giza piramitleri ve Sfenks ile Khan el Khalili çarşısı, İskenderiye şehri, son gün Kahire müzesi görülüp İstanbul’a dönülüyor. Rehberimiz Serap hanım Mülkiye mezunu, Doçent ve çok akıllı, bilgili bir hanım. Gezinin tek aksayan tarafı 52 kişilik Türk grubunun alışveriş merakı, her durakta tuvalet molası, otobüste öne kim oturacak rekabeti, “çikolatalı hurmaları sen çok aldın, bana kalmadı!” kavgası. Zaten bu turdan sonra turları sadece uçak ve otel için kullanmaya, onun dışında bağımsız hareket etmeye karar veriyoruz.
Luxor
Limanda gemimize yerleşiyoruz. Gemiler, 4-5 yıldızlı deniyor ama, nehre bakan balkonları veya pencereleri olan, üst güvertelerinde küçük havuzları bulunan, çok lüks beklenmemesi gereken eski tekneler. Biz 2004 yılında gittiğimiz için belki son yıllarda daha konforlu yeni tekneler yapılmıştır. Gene de kendine has nostaljik bir havası var. Kalın saten kumaş perdeler, koyu renk desenli halılar, ahşap dolaplar kullanılmış. Döşeme bu kadar abartılı ve koyu renk olduğu için hamam böceği çıkar diye korkuyorum ama neyse ki korktuğum başıma gelmiyor!.
Yemekler Arap stili ve açık büfe. Geceleri eğlence oluyor. Arap müziği, dansöz var. Güneye indikçe Sudan’a doğru geleneksel oyunlar, folklor devreye giriyor. Bize yabancı olmayan, hoşumuza giden bir tarz. Tabii bunca yıl Türk turistlere de alışmışlar, ne yapacaklarını, nasıl eğlendireceklerini biliyorlar. Bir tek sakıncası, kamaranız lokantaların ve gece kulübünün altında veya yakınındaysa ve çok da eğlence meraklısı değilseniz, gemiler küçük olduğu için gürültüden rahatsızlık olabiliyor. Gece balkonda oturup Nil’e bakmak en hoş olanı. Gemi sessizce gidiyor, kıyılar yakın, yemyeşil ağaçlar, palmiyeler, sakin, dalgasız, tehlikesiz bir su ruhumuzu dinlendiriyor. Bazı yerlerde geminin havuzlara girip beklemesi gerekiyor. Oralarda 4-5 saat kaybedilebiliyor. Civardan yerel halk geminin etrafını sarıp her türlü ufak tefek eşya, hatta esrar satmak istiyorlar. Bunu da kendi başları belâya girmesin diye küçük çocuklara yaptırıyorlar.Havanın sıcak olduğu mevsimlerde havuz küçük de olsa, güneşlenmek ve serinlemek için güverteler müsait. Yolculuk sırasında sefâlı oluyor.
Luxor küçük bir yerleşim merkezi. Önemi, Luxor ve Karnak tapınakları ile Krallar Vadisi, Thebes ve Kraliçe Hatshepsut tapınağınayakın olması. Mısır tarihi açıdan öyle inanılmaz bir yer ki, ihtişamını görmeden tarif mümkün değil. Hiçbir ülke ile kıyaslanamaz. Özellikle Karnak tapınağının sütunlarının yüksekliği ve kalınlığı “bunları 3500 yıl önce insanlar nasıl yapmış, bu taşlar nereden neyle getirilmiş, nasıl üst üste konulmuş, uzaylılar yapmış lâfı doğru mu acaba?Dedirtiyor insana. Hele de Kom Ombo dakitapınakta cerrahi aletleri ile ilgili rölyefi ve Abydos tapınağında yukarıda, kiriş üstünde hiç dikkati çekmeyecek bir yerde açıkça helikopter, denizaltı ve jet uçağı çizimi olan küçük kabartmayı rehberimiz gösterince iyice aklımız karışıyor. Hâlâ buna ne gibi bir açıklama getirilebileceğini bilemiyorum. Sonra birkaç kaynakta da rastlıyorum ve çok kişinin de benim gibi bu kabartmayı gördükten sonra Mısır medeniyeti ile ilgili aklının iyiden iyiye karıştığını biliyorum.
Luxor dünyadaki en eşsiz ve en iyi korunmuş açık hava müzesi. Nil nehrinin doğu yakasında bulunuyor. Karnak, Luxor’unkuzeyinde ve Teb de Nil’in batısında, Luxor’un karşısında yer alıyor. Luxor’da üç ana cadde bulunuyor. Sharia al-Mahatta tren istasyonundan Luxor tapınağının bahçesine kadar geliyor. Sharia al-Karnak, Nil boyunca Luxor tapınağından Karnak tapınağına kadar gidiyor fakat Sharia al-Mahatta ile kesiştiği yerin güneyinde, tapınak civarına Sharia al-Lokanda deniyor ve bu bölgede pek çok renkli, neşeli kafe ve lokantalar ile hediyelik ve Mısır’a özgü eşyaların satıldığı tezgâh ve dükkânlar var. Kaymaktaşı süs eşyaları, deve kemiğinden takılar ve yöreye has toprak kaplar burada bol miktarda bulunuyor. Corniche ise nehir boyu kordon caddesi.
Luxor tapınağı Karnak’tan küçük olmasına rağmen daha az etkileyici değil. İlk defa Amunhotep III’ ün (MÖ 1855-1808) Orta Krallık döneminde, Kraliçe Hatşepsut’a ait eski bir tapınağın yerine, Mısır tanrılarından en büyüklerinden Amon-Ra adına yaptırılmış. Astronomi Tanrıçası Seshat’a ait harika bir kabartma da burada bulunuyor. Büyük giriş bölümünde Ramses II’ye ait heykeller ve 25m yüksekliğinde muhteşem bir obelisk var. Eskiden çift olan bu dikili taşın ikizi Fransızlar tarafından Paris’e götürülmüş ve şimdi Place de La Concorde’u süslüyor. Pek çok firavun (Tutankamon, Horemheb tarafından tamamlanmış, Ramses II de eklemeler yapmış) zamanında bu tapınağa eklemeler yapılmış. Bu nedenle değişik dönemlere ait farklı mimari üsluplar görülüyor. Tapınağın bu kadar iyi korunmuş olmasının sebebi, çok uzun zaman kuma gömülü kalmış olması. Sonraki dönemlerde binalardan birinin üst kısmına Sufi Şeyh Yusuf el-Haccac camii inşa edilmiş. Camide Şeyh Yusuf’un kabri de bulunuyor. Tapınak kazılıp ortaya çıkarıldığında cami girişi zeminden 10m yukarıda kalmış. Kullanılabilmesi için arka taraftan yeni bir giriş yapılmış. Eski giriş hâlâ görülebiliyor. Hıristiyanlar tarafından da kullanılmış olan tapınakta yer yer Bizans duvar resimleri izlenebiliyor. Tapınak Nil’e çok yakın olduğundan eski Mısırlılar etrafına bir nevi baraj inşa etmişler. Çamurdan yapılan tuğlalardan oluşan bu barajın her yıl yenilenmesi gerekiyor. Artık ibadet amacıyla kullanılmadığı için barajın ihmal edilmiş olması, yıllık sellerin tapınak avlusunu doldurmasına neden olmuş. Bu nedenle bazı kabartmaların zarar görmeden kaldığı söyleniyor. Luxor ile Karnak tapınaklarını birbirine bağlayan üç kilometrelik, Tanrı Amon-Ra’ya izafeten koç başlı sfenkslerin olduğu yolun başında Ramses II’nin Büyük Kapısı yer alıyor. Firavunun iki dev heykeli kapıda koruyucu olarak yerleşmişler. Ramses II’nin büyük salonu 57x51m büyüklüğünde bir alan kaplıyor ve içinde 74 adet papirüs sütun var. Bu alanın kuzeyinde Tutmosis III’ün mezarı bulunuyor.
Karnak Tapınağı
Gezinin en büyük tapınağı burası. Sfenksli Yol’un sonunda Ptolemaios III tarafından yapılmış devâsâ bir giriş kapısı var. Tapınak, Tanrı Amon-Ra’ya adanmış. Eski Mısırlılar bu tapınağa en mükemmel yer anlamına gelen “Ipet-Isut” derlermiş. Binlerce yıl boyunca gelen bütün firavunlar mimari eklemeler yapmışlar veya daha güzel heykellerle süslemişler.
Sfenksli yoldan girildiğinde bitirilmemiş sütunlu girişe adım atılıyor. Buranın 30. Hanedan zamanı Firavun Nactanebo I tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Giriş geçildiğinde bazı heykel ve tapınakların olduğu büyük alana geliniyor. Buradan sonra Amon’un bölümü var. Burası olağanüstü haşmetli, 134 adet çok, çok büyük ve kabartmalı sütunların oluşturduğu muhteşem bir alan. Yerleşkenin ana bölümünün inşaatının 12. Hanedan zamanı başladığı, 1500 yıl boyunca büyütülüp, yenilendiği tahmin ediliyor. Tapınakta Kraliçe Hatşepsut tarafından dikilmiş ve 35 m’lik tek parça pembe granitten oyulmuş iki obelisk varmış. Kendisinden sonra firavun olan yeğeni Tutmosis III tarafından bunlardan ismi silinmiş ve tahrip edilmişler ama neyse ki yalnız biri yıkılmış. Diğeri hâlâ ayakta ve 29.2 m yüksekliği ile Mısır’ın ayakta kalan en yüksek dikili taşı olarak gelenleri hayran bırakmaya devam ediyor.
Hatşepsut tapınağı
Tutmosis I’in kızı olan Hatşepsut (MÖ 1473-1458) yarı kardeşi olan Tutmosis II ile evlenmiş. Kraliçelerin en meşhuru denebilir. Kocası öldüğünde küçük yeğeni tacı devralmış fakat yaşı küçük olduğundan Hatşepsut idareyi eline alıp bir süre sonra kendini firavun ilan etmiş. Kadın olmasının halk üzerinde olumsuz etkisi olacağından endişe ettiği için erkek kılığında gezmiş, hatta bazı seremonilerde sakal takarmış. Yeğeni Tutmosis III büyüyünce MÖ 1458 den itibaren idareyi eline almış ve Karnak tapınağındaki dikili taşlardan Hatşepsut’unadını sildirip, taşın birini yıktırmış. Kraliçenin mezarının da bulunduğu tapınak, gerek mimari gerek yerleşim yeri açısından çok haşmetli ve etkileyici. Bu nedenle Krallar Vadisi’ne gelen turistlerin bir numaralı ilgi merkezini oluşturuyor.
Tapınak Krallar Vadisi’ne yakın, Nil’in batı kıyısında, Deir-el Bahari’de, kayalıklara sırtını vermiş şekilde inşa edilmiş. Bu da diğer pek çoğu gibi Amon-Ra’ya adanmış ve Mentuhotep II’nin tapınak-mezarı ile yan yana konumlanmış. 1997’de fanatik İslâmcıların gerçekleştirdiği, 62 turistin ölümüne sebep olan ve dünyayı ayağa kaldıran katliam, bu tapınağın ünlü merdivenlerinde gerçekleşmişti.
KrallarVadisi
Wâdi al Mulûk denen bu vadi, modern Luksor-Teb’in karşısında, Nil’in batı kıyısında yer alıyor. MÖ 16.yy dan 11.yy’a kadar, neredeyse 500 yıl boyunca, 8. ilâ 20. Hanedanlara ait tüm Firavun ve asillerin mezarlarının bulunduğu yer olarak biliniyor. İki bölümden oluşmuş vadinin, kral mezarlarının çoğunluğunun bulunduğu kısım Doğu Vadisi ve diğeri Batı Vadisi olarak ikiye ayrılmış. 2005’de bulunan yeni bir oda ve 2008’de bulunan iki yeni mezar girişi sonrası şu ana kadar toplam 63 oda ve mezar bulunmuş durumda. Bunların bazıları basit birer oyuk iken bazıları 120 odalı mezar kompleksi olabiliyor. Yeni Krallık döneminde burası Firavun ve asiller için başlıca gömülme yeri kabul edilmiş. Kraliyet mezarlarının duvarlarına Mısır mitolojisi ve inançlarına ait resimler çizilmiş. Hemen tüm mezarlara, daha antik çağlarda soygun amacıyla girilmiş ve yağmalanmış ama gene de firavunların ihtişâmı hakkında fikir veriyorlar. Bu vadi 18. yy’dan itibaren arkeolojik açıdan dünyanın dikkatini üstüne çekmiş ama 1979’da Tutankamon’unmezarının bulunmasıyla iyice ilgi odağı oluyor ve Dünya Kültür Mirası ilân ediliyor. Mezarı bulan ve açan arkeologların birbiri ardından ölmesi, “Firavunların Lâneti”rivayetini alevlendirmiş ama içeride bulunan radyasyonlu kumun kansere sebep olması dışında bu ölümlere kimse akla yakın ve bilimsel bir açıklama getiremiyor. Ayrıca antik çağlardan itibaren mezarları yağmalayan hırsızların da bu lanetten payını alıp almadığı konusunda şimdilik bir bilgi yok!
Seshat;
Astronomi,yazı, mimari ve matematik tanrıçası olan Seshat’ın pek çok tapınakta rölyefleri bulunuyor. Thoth hikmet tanrısı olduğunda onun kızı olarak kabul ediliyor. Tapınak inşasında çok önemi var. Tapınağın yeri ve konumu hakkında ona danışılıyor. Başının üstünde ters dönmüş boynuzların içinde duran 7 köşeli yıldız ile resmediliyor.
Luxor’dan Edfu’ya geliyoruz. Burada faytonlarla geziyoruz. Asıl amacımız Horus tapınağı’nı görmek.
Edfu Aswan’ın 60 km kuzeyinde, yukarı Mısır’ın ikinci eyaleti olarak biliniyor. Horus, Hathor ve oğulları Hor-Sama-Tawy’denoluşan Üç Tanrı inancının etki alanı. Eski Yunanlılar buraya Apollopolis Magna diyorlar çünkü Horus’u kendi tanrıları Apollo ile özdeşleştiriyorlar. Bugün Edfu’nun en önemli tarihi merkezi, Edfu Tapınağı. Burası hâlen Mısır’ın en güzel ve en iyi korunmuş tapınağı. Orijini çok daha eski tarihlere uzanmasına rağmen bugünkü tapınak ancak Ptolameik Krallar dönemine kadar gidiyor. Yapımı MÖ 237 civarı Ptolemy IIIzamanında başlamış, Ptolemy IV zamanı bitirilmiş. Sonraki bazı firavunlar ve Roma İmparatoru Augustus tarafından da eklemeler yapılmış. Bunların tamamı yaklaşık 180 yıl sürmüş. Tapınak, Yeni Krallık dönemi geleneksel mimari özelliklerini taşımanın yanı sıra bir kaç Yunan etkisi de görülüyor. Bunların biri olan Mamisi (kutsal doğum evi) tapınağın batısına, girişten sonra yerleştirilmiş ve giriş, salon ve kilise bölümlerinden oluşuyor. Duvarlarında Horus’un doğumu, Tanrıça Hathor, Tanrı Khenoum ve doğumla ilgili diğer tanrıların betimlendiği kabartma duvar resimleri bulunuyor.
Tapınağın giriş duvarları (Pylon) 37m lik yüksekliği ile şu anda Mısır’da ayakta olan tapınakların içinde birinci sırada olanı. Üstünde Firavun Ptolemy III’ün Tanrı Horus’un önünde kazandığı savaş zaferlerini konu eden rölyefler bulunuyor. Girişin arkasında, üç taraftan başlıkları çiçekli sütunlarla çevrelenmiş açık avluda, halkın Tanrı heykeline hediyeler sunduğu bölüm var.
Dıştaki sütunlu salon, tavanı taşıyan 12 kolonla, sağda ve solda şahin şeklinde sembolize edilen iki büyük Horusheykelinden oluşuyor. Buradan geçilen bir giriş holü, içteki sütunlu salona açılıyor. Sağda tavanı tutan 12 kolon, solda ise biri kütüphane, diğeri depo olarak kullanılan iki oda bulunan bu alandan, birbirini takip eden iki ayrı sahanlığa geçiliyor. Dıştaki sunak holünün duvarlarında, savaş ve firavunların sunum sahneleri kabartmalar olarak betimlenmiş. Diğer hol ise tanrıların istirahat odası oluyor. Tapınağın sonunda ibadethane bölümü var. Bu oda değişik amaçlarla kullanılan diğer 12 oda ile çevrelenmiş. Edfu’da Nil sularının yükselmesini ölçen bir Nilometre ile Tanrıça Nut’a adanmış bir kilise de bulunuyor. Kuzey duvarında Horusile Hathor’un kutsal evliliği resmedilmiş. Bu olay eski Mısır’da biri Edfu, diğeri Dendera’daki tapınakta olmak üzere yılda iki kere kutlanıyormuş.
Aswan’da botanik bahçesi çok güzel. Burada genişleyen Nil’de geleneksel Nil yelkenli teknesi feluka ile dolaşıyoruz. Pembe granit yatakları çok olduğu için obeliskler burada yapılıyormuş. Biri yarıya kadar kesilmiş yerde, diğeri ayakta, iki obelisk görüyoruz tepede yerler silme pembe granit.
Meşhur barajı görüyor, oradan da İsis tapınağına gidiyoruz.
Philae’deki İsis Tapınağı, şimdiye kadar gördüğümüz en ince ve zarif yapı.Yunanca Philae, eski Mısır dilinde Pilak, “son” demek ve Mısır’ın en güney ucunu ifade ediyor. Ptolemy II zamanı inşaat başlamış ve Roma döneminde bitirilmiş. Tapınak, Osiris’inkarısı, Horus’un annesi Tanrıça İsis’eadanmış. Bu üç tanrı, Antik Mısır’da çok önemli figürler. Onların hikâyesi tam bir Yunan tragedyasını andırıyor. Tanrı Osiris,kardeşi Seth tarafından öldürülüp parçalarına ayrılır. İsis parçaları sihirli güçleriyle bir araya getirir ve onu hayata döndürür.Onların birleşmesi ile Horusdünyaya gelir. Osiris ölülerin ve yer altının tanrısı olur, ölüleri hayatta yaptıklarından hesaba çeker. Bu arada İsis, Horus’udoğurup büyütür, genç tanrıyı korur. Horusamcası Seth’i yenerek babasının intikamını alır.
İsis, eski dünyanın çok önemli bir karakteri. Hem cenaze ayinleri ile ilişkilendiriliyor ama tanrı doğurup koruduğu için asıl Tanrı annesi olarak tanınıyor ve başında taç ile sembolize ediliyor. Bir nevi hıristiyanlar için Meryem Ana’nın Mısır’daki karşılığı denebilir. Roma döneminde eski Yunan ve Roma İmparatorluğu sınırları içinde çok popüler olmuş. Çok sayıda müridi oluşmuş. Hatta Londra’da adına adanmış bir tapınak bile yapıldığı söyleniyor .
İsis tapınağı Aswan barajının yapılması ile tamamen sular altında kalmışken, Unesco ve Mısır hükümetinin on yıl süren ortak operasyonu ile kurtarılmış. Önce etrafı bir baraj ile çevrelenip içerideki sular dışarı pompalanmış, sonra tapınak bir yap-boz gibi parçalara ayrılarak numaralanmış ve daha yüksek olan Agilka adasında yeniden orijinal haline sadık kalınarak monte edilmiş. Böylece tüm dünya bu güzellikten mahrum kalmamış.
Edfu ile Aswan arasında Kom Ombo bulunuyor. Buraya gelme amacımız, Kom Ombo Tapınağını görmek. (Sobek ve Haroeris Tapınağı)
Hemen Nil kenarında, tarihi yaklaşık MÖ 180 yıllarına giden bir tapınak olan bu yapı, Ptolemaik dönemde, Ptolemy IV zamanı inşa edilmiş, Roma döneminde eklemeler yapılmış. Kervan yolu üzerinde önemli bir nokta olan Kom Ombo, timsahların güneşlenmek için karaya çıkmayı sevdikleri ve yerel halkı korkuttukları bir yer olduğundan, tapınak timsah tanrı Sobek ve Horus’un bir biçimi olan Haroeris’e adanmış. Bugün burası Aswan Barajı yüzünden Nasır Gölü’nün taşması nedeniyle toprakları sular altında kalan Nubialıların göç yöresi olmuş. Turizm dışında nehir kenarlarında şeker kamışı tarımı yapılıyor ve ünlü Nil felukateknelerinin de üretim yeri.
Tapınak iki simetrik binadan oluşuyor. Biri Haroeris, diğeri Sobek’e adanmış. İçeride iki ibadethane yan yana yapılmış. Giriş, yarısı ayakta olan Neos Dionysos kapısından yapılıyor. Bu kişinin hangi firavun olduğu hakkında rivayet muhtelif ama genel kanı Kleopatra’nın babası, MÖ 81-50 arası yaşamış Ptolemi XII olduğu yönünde. Bu tapınakta da önceden yüksek bir pylon, yani giriş duvarı olduğu, ama ana avlunun büyük bölümü ile birlikte Nil tarafından yıkanıp götürüldüğü düşünülüyor. Sadece Roma İmparatoru Trajan zamanı yapılmış alçak duvarlar ve sütun tabanları kalmış. Asıl etkileyici görüntüyü, 15 büyük sütunla taşınan tavanının önemli bir bölümü korunmuş olan dıştaki sütunlu salon oluşturuyor. Bu çiçek başlıklı sütunların tabanlarında üst Mısır’ın simgesi Nilüferçiçeği ile Nil deltasının sembolü papirüskullanılmış. Kirişler kanatlı güneş disklerini yansıtan kabartmalarla dekore edilmiş. Tavanın sağlam kalan kısmında, uçan akbabalar ve astronomik imgelerden oluşan olağanüstü süslemeler bulunuyor. İbadethane bölümlerinden geriye çok az şey kalmış ama aradaki gizli koridorun bir kısmı duruyor. Buranın, rahiplerin tanrılar adına konuşması amacıyla yapılmış olduğuna inanılıyor. Yakındaki küçük havuz, kutsal timsahların yetiştirilmesinde kullanılıyormuş. 1970’lerdeki yol inşaatında Hathor’un kilisesicivarında bulunmuş olan üç adet timsah mumyası tapınakta sergileniyor. Burada rehberimizin gösterdiği cerrahi aletler kabartma levhasını hayretle izliyor ve bugün kullanılanlara benzerliklerini ondan öğreniyoruz.
Abydos Tapınağı
Sohag eyaletine ait El-Baliana kasabasına yakın Abydos tapınağını geziyoruz. Burası eski Mısır zamanı Abdu diye isimlendirilmiş. Yunanlılar ise Abydos demişler. Eski Mısır’ın sekizinci eyaleti olan bu bölge, bugün en meşhur arkeolojik sahaya sahip. Bu şehir, 11. Hanedanın kurucusu ve üst ve alt Mısır’ın birleştiricisi Menna’nın doğduğu topraklar. Eski Mısırlılar, ölülerin ve yeraltı dünyasının tanrısı Osiris’in başının gömülü olduğu mezarının burada olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle buraya gömülmek bir şeref olmuş. 1. ve 2. Hanedana ait pek çok firavun mezarının burada bulunduğu biliniyor. Pepi I, Ahmose I, Seti I ve Ramses II gibi pek çok firavun da burada tapınaklar yaptırmışlar. Bu tapınakta başka her yerden daha iyi korunmuş renkli duvar resimleri bulunuyor fakat burada hepsinden farklı, çok şaşırtıcı hatta şok edici, bütün gezinin en ilginç şeyi ile karşılaşıyoruz. Metrelerce yukarıda, kiriş üstüne çizilmiş bugünkülere hayret verici benzerliği ile bir jet uçağı, bir denizaltı ve bir helikopter! Kendi gözümle taş üstünde oyulmuş görmesem, fotoğrafla oynanmış diyeceğim ama işte orada, öylece duruyor. İster inanın, ister inanmayın. Buna mantıklı bir açıklama getirebilen varsa ben de duymak isterim doğrusu!
Nehir gezisi Aswan’da bitiyor. Gemiden ayrılıp Abu Simbel’e uçuyoruz. Güneyde Sudan sınırında, Aswan’dan 230 km aşağıda antik Wawat’ta, 2. Ramses tarafından yaptırılmış, kendisini oturur halde gösteren 22 m yüksekliğinde dört dev heykelinin olduğu tapınaklar var. Oturan Ramses IIheykellerinin ayakları dibinde küçük figürler olarak annesi Tu’e, karısı Nefertari, oğlu Amen-hir-khopshef, Prens Ramses tasvir edilmişler. Tapınaklardan soldaki Ramses II, sağdaki Hathor-Nefertari adını taşıyor. İlk fark edilmeleri 1813 yılında olmuş, 1817 de tapınak girişi bulunmuş ve yıllar içinde yavaş, yavaş kumdan temizlenerek ortaya çıkarılmışlar. Baraj yapıldıktan sonra Nasır gölünün suları yükselmeye başlayınca, 1968 yılında, İsis tapınağı gibi bu tapınakların da yerleri değiştirilmek zorunda kalınmış. Unesco ile birlikte yürütülen tarihte eşi görülmemiş bir projeyle önce parçalarına ayrılıp sonra yeniden birleştirilerek, ilk yerlerinden 60 m yukarıya, Nasır gölünün batı kıyısında hazırlanan bir sun’i tepeye, sulardan zarar görmeyecek yüksekliğe taşınmışlar.
İkiz tapınaklar, Ramses II tarafından kendisi ve karısı Nefertari adına MÖ 13.yy’da yaptırılmış. Firavunun Kadeş Savaşı zaferini ölümsüzleştirmek ve komşuları Nubialılarakorku salmak için Nubia’da Nil’in batı kıyısında, yerel kum taşı kayalardan doğal bir tepede 20 yılda oyulmuşlar. Bugün Unesco Dünya Kültür Mirası kabul edilmiş Nubia Anıtlarının bir bölümünü oluşturuyorlar.
Gece burada ses ve ışık gösterisi yapılıyor. Her yerde rastlanmayan bu etkileyici gösteriyi izledikten sonra yeniden o gece Kahire’ye uçuyoruz.
Kahire
Böyle bir pislik çok az görülmüştür. Hindistan da pis ama burası başka türlü bir pislik. Çöp yığınları her tarafta. Mezarlıklar çöplük halinde ve içinde insanlar yaşıyor. Nasıl şey anlamak mümkün değil. Büyük apartmanların pencere altları çöp yığını. Gözümüzün önünde bir adam camı açıyor, beşinci kattan çöpü caddeye atıyor. Binaların çatıları çöp yığını. Bir binadan diğerinin üstüne çöp yığılmış. İnsan dehşete düşüyor. Sanki yıllarca belediye bu şehirde hiç çöp toplamamış, insanlar da buldukları her yere çöplerini atmış gibi bir hal var. Sanırım çölde olmasının tesiri, kum fırtınalarından olsa gerek tüm binalarda bir eski, tozlu, sarı renk hakim. Bir hortum alıp bütün her tarafı yıkamak geçiyor insanın içinden.
Ortasından nehir geçen bütün şehirlerde olduğu gibi aslında Kahire de güzel bir şehir ama müthiş tezatlar hakim. Pek çok beş yıldızlı otel var. Nehre hakim çok güzel lokantalar da mevcut, fakat yanı sıra müthiş bir yoksulluk görülüyor. Biz Sheraton otelinde kalıyoruz. Bu bölge Kral Faruk’un evinin de bulunduğu, kordiplomatiğin oturduğu Kahire’nin en şık bölümü. Dehşetle fark ediyoruz ki akşam yemeğinden sonra bizi otele götüren taksicinin aklı başında değil. Kim bilir ne çekmiş, çünkü esrar Nil kenarında aleni satılıyor ve kullanılıyor. Çılgın gibi gidiyor, kaza yapmaması mucize. Bu kadar kötü araba kullanan birini hiç görmedim. Canımızı zor kurtarıyoruz.
Bahşiş felâket boyutlarda, artık mide bulandırıcı bir hal almış. Selâm bile verseniz bahşiş istiyorlar. Devlet memurları, polisler bile bahşiş istiyor maalesef. Yüzünüze gülen hiç kimse yardım veya dostluk amaçlı gülümsemiyor. Mutlaka arkasından para isteği geliyor. Bu bir ülke için çok tatsız bir şey. Sokakta fotoğraf çekerken bile hemen gelip para istiyorlar.
Çok ara sokaklara ve gece vakti girmezseniz güvenlik sorunu pek yok ama gene de dikkatli olmakta yarar var. Kameraları pek ortalık yerde taşımamak daha emniyetli.
Giza Piramitlerini ve Sfenks’i görmeye gidiyoruz, hava kapalı, soğuk ve rüzgarlı. Beni en çok etkileyen, uzaktan fotoğraflarda basamak gibi duran kayaların adam boyundan yüksek çıkması. Basa basa piramitin tepesine kadar çıkabileceğimi zannediyorum, oysa her bir basamak 2 m imiş! Mecburen altından bakmakla yetiniyoruz. İlk gördüğümüzde piramitler şimdiye kadar çok duyduğumuzdan olsa gerek, insanda bu muymuş? duygusu yaratıyor. Sonra haklarındaki ilginç bilgileri öğrenmeye başlayınca onlara da, onları yapanlara da yeniden hayran kalıyoruz.
Piramitlerle ilgili ilginç notlar;
>Dünyanın merkezinden çevresine doğru yatay bir çizgi, sonra bu iki noktadan ayın merkezine doğru ve ayın merkezinden tekrar dünyanın merkezine doğru çizgiler çekerseniz bunlar Giza’daki büyük piramitin hatasız oranlarını verecektir! A’daki açı 51 derece, 51 dakika, 24 saniyedir, ve büyük piramitinkiyle tam olarak aynıdır!
>1900 yılı civarına kadar büyük piramitin içinde sadece Kral odası, Kraliçe odası, Pitya da Grotto, ve kuyu (odada gerçekten kuyu var) olduğu sanılıyor fakat 1994 yılından sonra dört oda daha bulunuyor. Biri boş, diğeri radyoaktif kumla dolu, sonuncuda ise japon arkeologların aldığı iddia edilen ve Mısır Eski Eserler Bakanının işten atılmasına yol açan masif altın heykel var. Japonlar bir alet bulmuşlar ve röntgen gibi bir teknikle yandaki odadaki heykelin yerini tesbit etmişler. Resmen çıkartmak için çok uğraşmalarına rağmen izin alamıyorlar. Buna rağmen onlar malzemelerini toplayıp gittikten sonra duvarda yeni örülmüş bir kısım bulunuyor ve heykel de ortadan kayboluyor. Tabii uluslararası skandal kopuyor. Fakat bütün aramalara rağmen heykel bulunamıyor.
Son yıllarda Kraliçe odasının yanında bir oda daha bulunuyor. Kraliçe odasından yukarı doğru giden iki adet havalandırma kanalı var. Alman araştırıcı Rudolph Gantenburg küçük bir robot kamerayı bu kanalın birinden yukarı yolluyor ve bu odanın kapı eşiğini buluyor.*
Bu havalandırma kanallarından yukarı gönderilen robot kamera ile ayrıca piramitin üst kısmında dış duvarda küçük bir havalandırma deliği şeklinde pencere bulunmuş ve buradan dışarı bakan kameranın gökyüzünde tam Orion takım yıldızına doğru yöneldiği, pencerenin tam takım yıldıza bakacak şekilde yapıldığı keşfedilmiş.** Piramitlerin Orion takımyıldızı ile ilişkisi bu kadar da değil çünkü oturdukları zeminin planının tamamen bu takım yıldızın şemasına göre planlandığı, hatta bire bir aynı olduğu da bugün hesaplanmış durumda. Orion’un belindeki üç ana yıldızın yerine üç büyük piramit inşa edilmiş, diğerlerinin yerine piramitler inşa edilmeye başlanmış fakat bitirilememiş olduğu söyleniyor.
>Binlerce yıl önce yapılan piramitlerde bugün bile hâlâ binlerce sır yatmakta.O tarihlerde piramitleri yapan insanlar herhalde metre kavramını bilmiyorlardi. Ve bütün bunları göz kararıyla yapmaları da imkânsız. Bugün bile çok hesaplı bir şekilde yapılan gökdelenlerde çok hafif bir sapma söz konusu olabiliyor. Peki o zamanlar bunları yapan insanlar ölçüm için ne kullandılar. Arşın birimi mi, Mısır endazesi mi? Bilemiyoruz. Şimdi bu piramitlerde, özellikle Giza bölgesindeki büyük piramitin çeşitli oranlarda ölçümlerine bir bakalım. Bunların hepsi bir rastlantı mı? Olabilir ama bu kadar çok rastlantı da insanı düşündürüyor!
> Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiş ve bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıkta. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmakta.
> Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmekte. (Doğduğu ve tahta çıktığı günler)
> Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüş. Bu nedenle “Firavunların lâneti” söylentisi doğmuş.
> Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamakta.
> Bitkiler Piramit’in içinde daha hızlı büyüyorlar.
> Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösteriyor.
> Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak oluyor.
> Giza’daki üç piramit, aralarında bir Pisagor üçgeni olacak sekilde düzenlenmisler. Bu üçgenin kenarlarinin birbirlerine göre oranı 3:4:5’dir.
> Giza’dan geçen boylam,dünyanın denizleriyle ana karalarını iki eşit parçaya bölüyor. Bu boylam ayrıca, kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup, bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde, doğal sıfır noktasını oluşturuyor.
> Giza piramitleri dünyanın en büyük piramitleri ama bunlarla birlikte Mısır’da yüzlerce irili ufaklı piramit mevcut. Giza piramitlerini diğerlerinden ayıran farkların başında içlerinde hiç bir yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamış olması geliyor. Son yıllarda bazı bilim adamları bunların bir tür enerji santralı olduklarını iddia ediyorlar.
>Keops’un oğlu Kefren için yapılmış piramit 136 metre yüksekliğe sahip. Kefren piramidinin dış yüzeyinde yer alan kaplamalar bugün sadece tepesinde görülebilmekte. Giza piramitlerinden içi ziyaret edilebilen tek piramit, Kefren piramidinin mezar odası.
>Piramitler hâlâ yapımları esnasındaki gizi korumaktalar. işçilerin olağanüstü bir çabayla günde 10 metreküp taşı üst üste koyduklarını kabul edersek, Keops piramidinde yer alan yaklaşık 2.5 milyon metreküp taş, 250.000 gün, yani yaklaşık 664 yılda yerleştirilebiliyor. Oysa piramitler 20 ila 30 yıl arasında bir sürede tamamlanmışlar!
>70 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğinde olan Sfenks 14.yy da Memluk’lar tarafindan top bataryalarına talim hedefi olarak kullanılmış ve ciddi biçimde zarar görmüş.
M.Ö. 2520 yılında Keops’un oğlu Kefren’in mezar kompleksi için yontulmuş olan Sfenks, Mısır dilinde ‘SEZP-ANHE’ (Yaşayan görüntü) anlamına geliyor. Tarih boyunca Sfenks Nil nehrine bakıyor ve nehir yoluyla gelenleri karşıladığı düşünülüyordu.
Piramitlerin Orion takım yıldızının belindeki üç yıldız ile gerek büyüklük, gerek yerleşme açısından birebir çakıştığı konusu uzun zamandır dillendirilen bir iddia. Bazı bilim adamları Sfenks’in de yapıldığında, tahrip edilmeden önce tam bir aslan olduğu ve baktığı yön itibarı Nil’den gelenleri karşılamak amacıyla değil, aslan burcunun doğudan yükseldiği yeri selâmlamak maksadı ile oraya yerleştirildiğini düşünüyorlar.
Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler bu adresten yararlanabilirler.
Kahire’de çok güzel camiler var, ayrıca sayısız Osmanlı eserleri mevcut. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii’ne gidiyoruz. Çok büyük ve güzel bir cami. Heybetinden o kadar etkileniyorum ki turist kalabalığına rağmen dışardaki şadırvanda abdest alıp kuytu bir yerde namaz kılıyorum.
Khan el Khalili’yi dolaşıyoruz. Bizim kapalı çarşının küçüğü ama etkileyici ve güzel. Daracık sokakları var. Minicik dükkânlar, iki katlı küçücük hanlar. Sevimli bir çarşı. Müthiş çeşit var. mücevherden bastona, dokumadan heykele, papirustan mitolojik nesnelere akla gelen her şey var. Çok güzel lâmbalar var ama taşıma problemi yüzünden aklım kalıyor. Pazarlık rezalet halinde. On dediğine bir vermek zorundasınız. Hiçbir şeye güvenemiyorsunuz. Bir seferinde bir satıcı 100 $ dediği bir şeye 5 $ a inince nefret edip almıyoruz.
Kahire Müzesi gerçek bir efsane. Tamamen hakkını verebilmek için haftalar lazım ama bizim sadece bir günümüz var maalesef. Gene de bir tam gün mümkün olduğu kadar dolaşıp çekim yapıyoruz. Fotoğraf çekiminin serbest olması bir müze için büyük avantaj.
İskenderiye
Çok hoş bir Akdeniz şehri. Mısır’ın en sevdiğim yeri. Laurence Durell’in ayak izlerini takip ediyor, tarihte dolaşıyoruz. Eski lokantalar, yüz senelik pastaneler, kafeler var. Eski, Osmanlı dönemi İstanbul’u gibi. Gene Arap tarzı tabii ama hoş. Ben sevdim. Çikolatalı hurmaya da bayıldım ama fazla yemeyin, allerji yapıyor!
Tabiat güzelliği; 6/10
İnsanların genel karakteri ve turiste muamelesi; 6/10
Türk insanına (varsa) tavrı; 7/10
Sanat, kültür, mimari; 10/10
Güvenlik; Dikkatli olup bazı yerlerden uzak durulursa 7/10
Kişisel ilginçlik katsayısı;10/10
Bir daha gider miyim? Kesinlikle giderim
* Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı- Drunvalo Melchizedek
** Discovery Channel
*** Uludağ Sözlüğü