Geçen yıl Rusya’ya gittiğimiz için ülke hakkında bir fikrimiz vardı. Merak ettiğimiz husus, bu kadar büyük bir uzaklığın (Moskova, trenle 9302 km) bir fark yaratıp yaratmadığı, şehir ve insanlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğu idi.
Vladivostok, Rusya federasyonu’nun Pasifik’teki en büyük limanı ve Primoskij Krajeyaletinin idari merkezi. Golden Horn (Altın Boynuz) körfezinin ağzına yerleşmiş bir şehir ve Rus pasifik donanmasının da ana üssü. Kuzey Kore ve Çin sınırına çok yakın. Askeri nedenlerle çok gelişmiş. Çevreyi çok kirleten bir sanayi var. Moskova’dan başlayan Trans-Sibirya demir yolunun da son istasyonu. Aynı zamanda bir ithalât limanı.
Şehir İstanbul gibi. Bir burnun iki tarafı da deniz. Tepelik olduğundan çok yokuş var. Etrafı dağlarla çevrili. Tabiat çok güzel. Öndeki sahilde büyük gemilerin yanaştığı uluslararası liman var. Arka denizde ise plaj ve yat limanı bulunuyor.
Gemiden indiğimizde, bir gün önce Japonya’da gördüğümüz ilginin etkisi ile gözümüz şehri dolaşan ücretsiz otobüsler, gönüllü rehberler arıyor ama hiç birinden eser yok. Limandaki rayların üstünde içen birkaç işsiz sarhoş dışında kimsenin yanaşmış gemiyi ve bizi umursadığı yok. Hava Sibirya’ya inat, tek kelime ile harika. Kısa kollu penyelerle dolaşıyoruz.
Şehri dikine keserek arka sahile doğru ağaçlık ve manzaralı bir caddeden yokuş yukarı yürüyoruz. Şehir ferah, aydınlık, yeşillik. Pek çok şık ve mimari projesi güzel büyük bina inşa halinde. Tepenin üstüne çıktığımızda karşımıza tekrar deniz çıkıyor. Şehrin bu yakası daha sakin ve güzel. Yat marinasında çoğu gösterişli motor yat olan epeyce tekne bağlı. Bir iki tane de yelkenli görülüyor. Marinanın karşısında iskelesi olan küçük bir kumsal var. Sahilden on metre kadar uzakta denizin içinde ayakta duran belden yukarısı çıplak bir kadın heykeli dikkat çekiyor. Deniz çarşaf gibi sakin ve berrak. Kenarına gidip ayağımı soktuğumda yüzülecek sıcaklıkta olduğunu görüyorum. Sonradan soruyor ve denizin temiz gibi görünmekle birlikte sanayi kirliliği nedeniyle yüzmeye elverişli olmadığını öğreniyoruz. Çok yazık!
İskeleyi oltalı pek çok kişi doldurmuş. Gerçi pek kimsenin balık tuttuğuna şahit olmadığımıza göre sanırım biraz vakit öldürüyorlar. İskelenin altında bir karış büyüklüğünde koyu pembe deniz yıldızları ile denizin dolu olduğunu görüyoruz. İlk defa gördüğümüz bu güzel görünüşlü yaratıkların varlık nedeninin çevre kirliliği olmadığını ümit ediyoruz.
Plajın arkasında turistik tezgâhlarda kadın satıcılar hediyelik eşyalar satıyorlar. Klasik Rus süs eşyaları ve matrioşka bebekleri yanında çok güzel ve ilginç deniz kabukları, yarı değerli taşlardan takılar ve ahşap oyma heykeller var. Esnafın hemen tamamı kadın.
Rusya’da en etkileyici özellik, genç kızların güzelliği. Daha önce özellikle St. Petersburg’da dikkatimizi çekmiş olan bu çarpıcı güzellik, burada da aynen devam ediyor. Burada bir ilâve fark, boyların ve özellikle bacak boylarının olağanüstü uzun olması. Vücutların tam üçte ikisi bacak. İşin ilginç yanı erkeklerin bu yapıda olmaması. Aynı boyda bir kız ve erkek yan yana yürürken kızın kalçası erkeğin beli ile aynı hizada duruyor. Erkekler daha kısa bacaklı ve hantal ayrıca kabadayı bir halleri var. Caddede yürürken o kadar çok sayıda güzel kıza rastlıyorsunuz ki, hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Çok frapan ve dekolte giyiniyorlar. Etekler kısa ve topuklar yüksek. Gemiye döndüğümüzde herkes hayretle aynı konudan bahsediyordu. Özellikle Rusya’yı ilk defa görenler şoka uğramış haldeydiler. Mürettebattan gençler Vladivostok’a taşınmayı düşünüyorlardı! Makedonya’lı sevimli bir genç garson, “Gemi gelecek diye çirkinleri eve kapayıp, sadece güzelleri mi dışarı çıkarmışlar?” diye soruyordu. Bu güzellerin bazılarını fotoğrafladım. Tabii aleni şekilde çekmek ayıp olacağından birbirimizi çeker gibi yapıp birkaç örnek alabildik ama asıl üniversite önünde gördüğümüz en az 180 cm. boyundaki mavi gözlü dünya güzelini çekemediğime üzülüyorum. Bir ara rahat bakabilelim diye caddede bir banka oturuyoruz ve geçit resmi izler gibi gelen geçeni izliyoruz. Ben fotomodel ajansı işletsem Rusya’ya gider, bir saat içinde caddelerden en az on kız bulur dönerdim! İstanbul’daki Rus bolluğuna bakılırsa belki de zaten öyle yapılıyor.
Bir ilginçlik de trafik soldan işlemesine rağmen neredeyse bütün otomobillerin sağdan direksiyonlu olması. Bunun sebebini sonradan öğreniyoruz. İthalat serbest bırakılınca hemen karşı kıyıdaki trafiği ters olan Japonya’dan çok sayıda ikinci el otomobil gelmiş. Bu nedenle bu acayip durum ortaya çıkmış. Şimdi yetkililer soldan direksiyonlu arabalara peyderpey geçiş yaparak normale döndürmeye çalışıyormuş ama o kadar çok böyle araba var ki sanırım çok uzun zaman alacak.
Sahilden geniş ve çiçeklendirilmiş hoş bir sokaktan çarşıya doğru giriyoruz. Burası barlar sokağı. Küçük iki katlı sevimli binalardan müzik sesi geliyor. Sokağın denize birleştiği yerde Dinamo stadı var. Ana cadde hareketli, cıvıl cıvıl yürüyen insanlarla dolu. Tam bir yaz keyfi sürüyor.
Çiçekçiler pasajına giriyoruz. Satıcıların tamamı kadın. Hiç görmediğimiz güzellik ve renkte güller görüyoruz. Zaten Rusya’da daha önce de gördüğümüz bahçe çiçekleri de üretim konusunda hava muhalefetine rağmen hem çok sağlıklı hem de olağandan iriydi. Tohumları büyük ihtimalle GDO’lu Hollanda tohumu değil, kendi tohumları olmalı diye düşünüyoruz. Şehir çiçeklendirmesinde ve lokanta dekorasyonunda inanılmaz güzellikte renk renk sarkan petunyalar kullanıyorlar. Çiçekleri bizimkilerden küçük fakat çok sık. Dalları çok sağlıklı ve saksıdan yaklaşık 80 cm-1m aşağıya sarkıyor.
Güzel bir ağaçlıklı caddede üniversite var. Pek çok başka bölgelerden okumaya gelmiş genç Vladivostok’ta yaşıyor. Şehir tepelik olduğundan denize paralel caddelerin her biri kademeli olarak bir öncekinden daha yüksekte. Birinden diğerine merdivenlerle çıkılıyor. Teleferikle manzara görmek için şehre yukarıdan bakan yüksek bir tepeye de çıkılabiliyor.
Büyük limandan sahil boyunca yürüyünce tarihi S-56 Denizaltı Müzesine geliyoruz. Kızıl bayrak nişanı ile onurlandırılmış olan bu orijinal gemi, 1941-45 arasında II. Dünya savaşında on gemi batırmış, dördünü yaralamış. Yanındaki siyah mermer kitâbe önünde hiç söndürülmeyen bir ateş yanıyor. Savaştan sonra kesitlere ayrılarak buraya taşınmış ve yerinde monte edilmiş. İçinde pek çok âlet edevat, silâh ve savaşan askerlerin fotoğrafları yer alıyor.
Hemen geminin üstündeki tepede küçük, bakımlı bir ortodoks kilisesi yükseliyor.
Kilisenin arkasında ağaçlık bir bahçe içinde bir kültür merkezi görüyoruz. Kapıdaki sergi afişi dikkatimizi çekince içeri girip geziyoruz. İyi ki girmişiz çünkü Vladivostok’ta gördüğümüz en etkileyici şey işte bu sergi oluyor. Sanatçının ismini alamadığıma çok pişmanım ama kiril alfabesi maalesef bu gibi konularda çok engelleyici.
Sergi salonu bir perde ile ayrılmış ve karanlık. Duvarlarda yaklaşık 30×40 ebadında arkadan ışıklandırılmış transparan fotoğraflar asılmış. Bunlar sarı filtre ile çekilmiş, boş tren yolları, bozkır, yıkık eski binalar gibi yalnızlık duygusu veren fotoğraflar ama onları ilginç kılan, her fotoğrafta değişik bir poz vermiş şekilde, üstüne hayalet gibi kırmızı uzun kuyruklu bir çarşaf giymiş olan bir figür olması. Kimisinde sırtüstü yatıyor, kimisinde binanın üstünde, kuyruğu aşağı sallanıyor. Kimisinde havaya sıçramış, kumaş havada dalgalanıyor. O eski görünüşlü, sarımsı, durağan fotoğraflar içine o delimsek, ne olduğu ve ne yapacağı belirsiz kırmızı figürün yerleştirilmesi olağanüstü gerilim ve heyecan verici bir etki yaratmış. Olmadık şeylerden sanata ulaşabilen yaratıcılık duygusu ile etkilenmiş ve sarsılmış olarak sergiden çıkıyor, limana yürüyoruz.
Limana giden yolun üstünde, çarşı ile deniz arasında şehrin büyük meydanı uzanıyor. Sovyet döneminden kalma orak çekiçli, sert hatlı büyük bir heykel yer alan bu meydanda şimdi gençler neşe içinde güvercinleri besliyor. Kuşlar insanlara alışık, hiç kaçmıyor, avucumuzdan yem yiyorlar.
Neticede Moskova ile aradaki çok büyük mesafenin ve Pasifik kıyısında olmanın Vladivostok lehine işlediğine, şehrin daha az Rus, neredeyse bir Akdeniz ülkesi havasında olduğuna karar veriyoruz. “Burada biraz daha fazla vakit geçirmek ister miydik?” sorusuna “Evet!” diye cevap veriyoruz.
Güzel bir gün daha geçirmiş olarak Kore’ye doğru denize açılmak üzere gemimize dönüyoruz.
Tabiat Güzelliği; 8/10 (gördüğümüz kadarıyla)
İnsanların genel karakteri ve turiste muamelesi; 7/10
Güvenlik; 8/10
Kişisel İlginçlik Katsayısı; 7/10
Bir daha gider miyim? Rusya ile de Vladivostok ile de işim bitti. Gördüğüme memnunum ama bir daha gitmek istemem.