Benim Islas Malvinas demeyi tercih ettiğim bu adalar Güney Amerika gemi gezisi sırasındaki uğrak limanlarından biri ve Arjantin-İngiltere savaşından beri merak ettiğimiz için görmeyi heyecanla bekliyoruz.
Gemi yanaşmadan bir gece önce pasaportlarımızı topluyorlar çünkü ertesi gün İngiltere’ye yanaşacağız(!) hem de Antarktika’ya 1000 km. mesafedeki İngiltere’ye.!
Falkland adaları’nı ilk duyduğumda yıl 1982 idi ve kimse duyduklarına inanamamıştı. Koskoca İngiliz donanması kalkıp küçücük bir ada için güney Amerika’nın en ucuna gitmiş Arjantin’le savaşıyordu. Başbakan, Arjantin’deGaltieri, İngiltere’de ise Margaret Thatcher’dı. Yıllarca uzayıp giden anlaşmazlıktan sıkılan Arjantin, burası bize ait, sizin sömürgeciliğiniz yeter! diyerek burnunun dibindeki adayı işgal edivermiş, yılların sömürgecisi İngiltere ise adada yaşayan İngilizleri bahane ederek anında kuvvet göndermiş ve self determinasyon hakkı istemişti. Birleşmiş milletler ve Avrupa ekonomik topluluğundan da büyük destek görmüştü tabii ki. Her iki taraftan da çok kişi öldü, gemiler battı, İngilizler işgali sona erdirmedi, Arjantinliler de hak iddia etmekten vazgeçmediler. Bu arada şahane bir kumsal mayınlandığıyla kaldı. Temizlenemediği için hala tel örgülerle kaplı ve kuşlara ait, insanlara yasak bölge olarak duruyor.
Ada küçük, soğuk bir İngiltere. Biz başkent Port Stanley’e geldiğimizde Noel zamanı ve her taraf öbek öbek sarı çiçeklerle dolu. Oranın baharı olmasına ve güneşli bir gün olmasına karşı hava olağanüstü soğuk. Zehir gibi bir rüzgâr esiyor. Gene de Marmaris’e gelen İngiliz kızlarından da alışık olduğumuz şekilde yarı çıplak ve parmak arası terlikle geziyorlar! Biz sarınıp sarmalanmış, gene de üşürken onlara şaşkınlıkla bakıyoruz. Herhalde onlar için iyi hava bu!
İngiliz pubları, kırmızı çift katlı otobüsler, klasik telefon kulübeleri, herşey aynen İngiltere’deki gibi, ne ararsan var!
Buranın özelliği yünleri. Hayvan yetiştirdikleri için yünlerini kendileri yapıyorlar ve boyuyorlar. Çok tatlı renklerde doğal boyalarla boyanmış yünler ve elde örülmüş yün eşyalar var. Desenleri hem İngiliz, hem Patagonya etkisinde olağanüstü güzellikte fakat her gördüğümüz şey için nereye sığdıracağız, nasıl taşıyacağız? fobisine girmiş olduğumuzdan buzdolabı mıknatısı dışında hiç bir şey alamıyorum. Erkekler Pub’lara doluşmuşlar, büyük ekran TV ler her yerde, hepsinde futbol maçları açık. Biralar içiliyor, bilardo oynanıyor. “Hey büyük Allah’ım dedim Fethiye’de aynı şey, Londra’da aynı şey, dünyanın en uzak ucunda aynı şey, hiç mi başka ilgileri yoktur bu milletin, nasıl bir gen, nasıl bir kültürdür bu?” Gerçi haksızlık etmemek lâzım pub’lar çok sevimli. Onlar öyle de başka milletler başka mı? Hele de koca adamların saatler boyu o gün oynanan maçı konuştuğu, bir saat önce maçı naklen izlemiş olan milyonlarca erkeğin de onlardan tekrar neler olduğunu(!) dinlediği aklı dışı ülkemizi düşünürsek!
Merkezden otobüsler kalkıyor, ona binerek Gypsy Cove bölgesine gidiyoruz. Yol üstünde Whale Bone Cove denen yerde batmış olan Lady Elizabeth Gemisinin yanından geçiyoruz. Gemi 1879 da İngiltere’de yapılmış ve Christchurch Katedralinin inşası için bir kaç defa malzeme getirmiş. Sonuncusunda Stanley limanına yanaşırken 1913 yılında bir kayaya çarparak hasar görmüş ve tamire değer bulunmamış. Bu haliyle 1936 yılına kadar depo olarak kullanılmış ve sonra olduğu gibi çürümeye bırakılmış. Suyun tamamen üstünde öylece paslanmış duruyor. Bu batık, adada fazla gösterecek bir şey olmadığından turistik bir unsur olarak kullanılıyor.
Gypsy Cove’da otobüslerin içine seyyar tuvaletler yapmışlar, ben bu kadar güzel dekore edilmiş seyyar tuvalet görmedim!. Tam İngiliz tarzı! Her türlü ihtiyaç da düşünülmüş.
Yol boyu plajda, denizde ve toprakta yuva yapmış Magellan penguenlerini gözlüyoruz. Küçücük kovuklar kazarak içine giriyorlar. Deve kuşu misâli kafaları dışarıda kalıyor. Çok sevimliler. Sudan koşarak çıkıyorlar kollarını çırparak silkeleniyorlar. Her yer onlarla dolu. Ayrıca pek çok deniz kuşu ve büyük yırtıcı kuş var. Kimse zarar vermediği ve çok bâkir ve yabani bir ortamda olduklarından, alabildiğine üremişler. Daha doğrusu siz onların memleketinde ziyaretçi olduğunuzu hissediyorsunuz.
Adalılar Noeli bahçede mangal yaparak kutlayacakları için (bu havada nasıl olacağını biz anlamasak da) uzaktaki memleketlilerine göre kendilerini şanslı addediyorlar. Evler minik, sevimli ve mütevazı, güzel bahçeler, bahçelerde otlayan atlar var. Valinin evi çok güzel ama bizim zenginlerinkilerin yanında lâfı bile olmaz.
Tabiat güzelliği; 8/10
İnsanların genel karakteri ve turiste davranışı; 9/10
Sanat, kültür, mimari; 6/10
Güvenlik; 10/10
Bir daha gider miyim? Hayır, ama iyi ki gördüm, çok merak etmiyorsanız siz görmeseniz de olur!!.