Pusan’da(Busan) gemiden indiğimizde bizi şehir merkezine götürecek servis otobüsleri hazır bekliyorlar. Kore’nin en büyük, dünyanın beşinci büyük limanı olan bu şehirde yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra tam meşhur balık pazarınınönünde, çarşı içinde iniyoruz. Daha önce şöhretini duymuş olduğumuz balık pazarını Kore savaşında kadınlar kurmuş. Bu nedenle “Aunties’ Market” (teyzeler pazarı) deniyor. Çalışanların çoğunluğu hâlâ her yaştan kadınlar. Hayatımızda böyle bir yer görmedik, başka yerde de kolay kolay görüleceğini sanmıyorum. Her türden bilinen, bilinmeyen deniz mahsulünün canlı olarak bulunduğu, livarlarda her boydan okyanus balığının yüzdüğü, ahtapotların dolduruldukları leğenlerden firar edip insanların ayaklarının arasında hopladığı son derece ilginç bir yer. Dev, jumbo kere jumbo karidesler, Adam kafası büyüklüğünde başı olan ahtapotlar, Alaskalı balıkçıların uğrunda öldüğü kral yengeçler, her tür böcek, her tür yosun, deniz bitkisi, acaip, çirkin, hatta iğrenç görünüşlü, pis kokulu, kimin nasıl yiyebildiğini aklınızın almadığı her türlü mahlûkat orada. Sepetler dolusu kalamarlar, variller dolusu midyeler, hepsi canlı canlı, kıpır kıpır, yerlere çökmüş kadınlar tarafından oradan oraya ayıklanıp atılıyor.
Karidesler tepsilere tatlı dizer gibi özenle dizilmiş. Kuru balıklar şeker kutusu gibi kutulara yerleştirilip kurdelelerle süslenmiş. Ertesi gün önemli bir bayramları olduğunu öğreniyoruz. Bütün o kurutulmuş mahlûkat, süslü kutularda hediyelik hazırlanmış, market raflarına dizilmiş. Birbirlerine bayramda şeker yerine kuru balık götürüyorlar! Zaten sanırım Korelilerin ana besin kaynağı deniz. Çünkü her yerde balık satılıyor ama manav ve kasap hiç görmedik desem yeridir.
Pusan’da metro var. Tek sorun alfabe. İneceğimiz durak isimlerini yazdırmamız gerekiyor. Metro vagonu içindeki güzergâh şemasında neyse ki Lâtin harfleri ile de duraklar yazılmış. Bilet makineleri otomatik ama açıklamaların İngilizcesi de mevcut. Kısa bir süre acemilik çekip birkaç kişiden yardım istedikten sonra usulleri öğrenip metroyu kullanmaya başlıyoruz. Lâtin harflerinin de olduğu şehir planı ve metro haritasını da bir dükkânda bulunca problem kalmıyor.
Metro ile vergisiz mağaza olduğunu öğrendiğimiz bir büyük çarşıya gidiyoruz. Yedi katlı, Akmerkez türü bir yer. Hep ünlü, uluslararası markaların reyonları var. Elektronik ürünlere bakıyoruz fakat fiyatlar çok yüksek. En alt katta kulağımıza Türkçe çalınıyor. Gayet güzel bir dönerci dükkanının sahibi Samsunlu hemşehrimizle tanışıyoruz. Yedi yıldır Kore’de olduğunu, çok memnun olduğunu söylüyor. Son sene kriz onu da etkilemiş. Bu yıl yatırım yapıp dondurma fabrikası açtığını, tam da krize denk geldiği için biraz sıkıntı çektiğini anlatıyor. Bu katta yiyecek satılan bir büyük mağaza var. Çeşitler müthiş zengin. Bildiğimiz ürünler olduğu kadar bilmediklerimizi de görüyoruz. Reyon ve ambalajlar pırıl pırıl. Çalışanların tamamı gene kadın ve bayram nedeniyle kendi milli kıyafetlerini giymişler. İnsanlar çok temiz pak, düzgün giyimli ve medeni görünüşlü. Bebekler çok sevimli. Genç kızlar uzunca boylu, zayıf, güzel. Hiç şişman insan yok denebilir. Görünüşte Japonlar kadar sevimli değiller ama yardım isteyince hemen koşuyorlar.
Gene metro ile BM Şehitliğine gidiyoruz. Kapıda nöbet tutan askerler nereli olduğumuzu sorup Türkçe basılmış kılavuz veriyorlar. Şehitlik şehrin mûtena bölgesinde, son derece güzel tanzim edilmiş bakımlı bir bahçenin içinde, çok büyük bir alana yerleşmiş. Girişte müze binası var. Müzede görevli orta yaşlı bir bey Türk olduğumuzu öğrenince itibar etmek için ne yapacağını şaşırıyor. Bize mihmandarlık yaparak bütün müzeyi gezdiriyor, şehitliğe gideceğimiz zaman da görev yerini bırakıp bizimle gelemeyeceği için defalarca özür diliyor. Korelilerin Türkleri ne kadar sevdiklerini ve kardeş gözüyle gördüklerini, bunun daha ilkokulda çocukken kendilerine öğretildiğini ondan öğreniyoruz. Gerçekten nerede “Türküz” desek insanlar inanılmaz bir dostluk gösteriyorlar ve ayaklara fırlayıp “kardeş” diyerek elimizi sıkıyorlar. Bir millet veya gruba karşı dostluk veya düşmanlığın nasıl devlet eliyle yaratabileceğinin kanıtını Kore’de bire bir yaşıyor, dünyada mevcut düşmanlıkların tesadüfi değil, bilinçli ve amaçlı olduğuna bir kere daha inanıyoruz.
Şehitlikte Türkler en güzel yerde yatıyorlar. 882 kişi ile en çok şehit veren İngilizlerden sonra 462 şehitle biz ikinci sıradayız. Amerikalılardan 36 kişinin ölmüş olması, “savaşı kendileri çıkarır, sonra başkalarını öldürürler” diye konuşmamıza yol açıyor. Tabii yorum genelde doğru olmakla birlikte burada değil, çünkü bu savaşta ölenlerin tamamı bu şehitlikte yatmıyorlar. Kore anlaşmazlığında yeni düzeltilen rakamlarla Amerika’nın kaybı 36.000 civarında. Güney Kore 228.000, Çin 132,000, Türkiye 717 kayıp vermiş. Kuzey Kore içinse sağlıklı bir tahmin yapılamıyor. Şehitlerimizin başında Türk bayrağı dalgalanıyor. Baş uçlarındaki siyah mermer taşlarda künyeleri yazıyor. Kimi Bolu’lu, kimi Urfa’lı, kimi Rize’li. Hepsi on dokuz ilâ yirmi bir yaşlarında şehit olmuş, çocuk yaşta bu uzak memlekette sevdiklerinden ayrı öksüz-yetim kalmışlar. Gene siyah mermer üstüne kazınmış “Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor” mısraını okuyunca kendimizi daha fazla tutamıyor, çimenin üzerine çöküp hüngür hüngür ağlamaya başlıyoruz.
Yüzümüz gözümüz şiş, biraz sakinlemiş olarak kapıya yürüdüğümüzde nöbet tutan askerler birden hazır ola geçip selâm duruyor ve bu jestle tekrar gözyaşlarına boğulmamıza sebep oluyorlar.
Şehir denizle iç içe geçmiş.Ormanlık tepelerle dolu harika tabiatı olan pek çok adayı yollarla birbirine bağlamak için köprüler inşa etmişler. Bunlardan biri olan Kwang Ahnköprüler sistemi, yedi buçuk km uzunluğunda ve ortalama on iki m derinlikteki denizin üzerine inşa edilmiş.
Kore’nin tarzı biraz bize benziyor. Hem şık ve büyük alışveriş merkezleri yapılmış, hem Eminönü, Beyoğlu gibi kalabalık, dışarıda oturularak tezgâhlardan yemek yenilen dar sokak çarşıları var. Tezgâhlarda yiyecekten giyeceğe her şey satılıyor. Lokantaların bazılarında normal masa ve sandalyede oturulurken, bazılarında ayaksız sandalye ve yer masalarında bağdaş kurarak oturup yeniyor. Bizim camiler gibi kapıdaki raflara girerken ayakkabılarını çıkarıp koyuyor, içeri çorapla giriyorlar.
Geniş bir park içinde bulunan 120 m yüksekliğindeki kuleye varmak için nefes nefese epey yokuş ve merdiven tırmanıyoruz ama kulede asansörle yukarı çıktığımızda yorgunluğumuza değdiğini görüyoruz.Yüksekten bakıldığında şehrin silueti gerçekten çok etkileyici. Parkın içinde geleneksel mimari tarzında yapılmış binalar ve bronzdan, büyük, çok zarif bir ejderha heykeli var. Bayram tatili olduğu için her yer insan kaynıyor. Binanın birinde sergi salonu var. İlginç bir karma sergi geziyoruz. Eserlerin birinde güvercin konulu resim-heykel bir arada kullanılmış. Fikir enteresan olmakla birlikte resmi başarısız buluyorum ama özellikle içleri taş dolu güvercin heykellerinin hem hareketleri, hem grup olarak yerleştirilmeleri çok doğal. Dünyanın çok farklı köşelerinde, ayrı kültürlerden sanatçıların neler yaptıklarını görmek için seyahatlerde sergi gezmek çok yararlı ve ruhen besleyici oluyor. Aynı sergide siyah-beyaz ve renkli unsurların bir arada kullanıldığı, rönesans resmi tadında çok ilginç portre fotoğrafları da var.
Alışveriş merkezlerinin içinde açık büfe balık lokantaları bulunuyor. Belli bir sabit ücret karşılığı yiyebildiğiniz kadar yiyorsunuz. Yemek listesi tabii ki inanılmaz. İstakozdan her çeşit yengece, karidesten suşiye aklınıza gelen gelmeyen her şey yiyebilirsiniz. Izgarası, kızartması, buğulaması, çiği, pişmişi ile onlarca çeşit balığı saymıyorum bile!
Kore’de o kalabalık içinde bile güvenlikle ilgili bir kaygı duymuyorsunuz. İnsanlardan kaynaklanan bir tehdit hissetmiyorsunuz. Her yerde rahatlıkla gezilebiliyor.
Dükkânlarda batılı spor ve gündelik giyim markalarına ait orijinal mi, taklit mi anlamadığımız ama görünüşte iyi kalitede, uygun fiyata giyecek eşyası bulunabiliyor. Sanırım Kore’nin ihracat fazlası olsa gerek. Bir de “bavulda nereye koyacağım?” endişesi olmasa!
Pusan şehrini ve Kore’lileri bir günlük keşif gezimizden sonra aldığımız ufak tefekle birlikte gemimize geri dönüyor, Çin macerasına yelken açıyoruz!
Tabiat Güzelliği; 8/10
İnsanların genel karakteri ve turiste muamelesi; 8/10
Türk insanına davranışı;10/10
Güvenlik; 9/10
Kişisel İlginçlik Katsayısı; 7/10
Bir daha gider miyim? Hayır